İstanbul Sözleşmesinin Ardından…

Kur’an-ı Kerim, yeryüzünde insanlığa düşman olan kötülük odağı bir gruptan söz eder.

Onlara yeryüzünde fesat/bozgunculuk çıkarmayın' denildiğinde: 'biz sadece düzelticileriz' derler. Bilin ve dikkat edin ki; gerçekten, asıl fesatçılar/bozguncu ve sömürücüler bunlardır …." (Bakara: 11, 12)

Bu kötülük odakları gerçek amaçlarını gizleyerek hareket eder:

"İnsanlardan öyleleri var ki bunların kendi dünya görüşleri hakkındaki o süslü ve cazibeli konuşmaları kulağa hoş gelir. Halbuki bunlar düşmanların en kötüsüdür…”

Ayete göre bu kötülük odakları kulağa hoş gelen ifadelerde bulunmaktadır. Kadın hakları, istismarı engellemek, kadına şiddete karşı olmak vb. bu gibi hoş sözlere örnektir. Hikmetin piri Hz. Ali “onlar hak söyleyerek batılı murat ediyorlar” demiştir. İstanbul Sözleşmesini savunan feminist-eşcinsel lobiler kulağa hoş gelen kelimeler aracılığıyla, bâtılı murat etmektedir. Onlar aile yapısını bozmayı, sapkınlıkları arttırmayı ve sömürü düzenlerini geliştirmeyi murat etmektedir.

Ayetin devamı bu kötülük odaklarının amacını açıkça ifade eder: Onlar iktidara geçtikleri zaman, hemen ekini ve nesli helak etmeye koşarlar.” (Bakara: 204, 205). Günümüzde ekolojik dengenin bozulması, iklim krizi ve GDO’lar ekinin helak olmasını işaret etmektedir. Gençliğin ve çocukların içinde bulunduğu durum ise neslin helak edilmekte olduğunu işaret etmektedir. Günümüzün küresel iktidar sahipleri ekinin ve neslin helak olmasının asıl müsebbipleridir.

Yüce Yaradanımız Kur’an’ı Kerim’in birçok yerinde rahmetinden ümit kesilmemesi gerektiğini ifade etmektedir. İstanbul Sözleşmesinin iptali, Allah’ın rahmetinin yansımasıdır.

Taraf devletlere dini ve ahlaki değerlerin "kökünün kazınması gerektiğini" emreden,

Cinsel yönelim ve cinsel tercih adı altında her türlü sapkınlığı yaygınlaştırmaya zemin hazırlayan,

Dayandığı toplumsal cinsiyet ideolojisi aracılığıyla aileyi hedef tahtasına oturtan menfur sözleşme iptal edilmiştir.

Kararlı ve gayretli bir avuç insanın mücadelesi ile bu sonuca ulaşılmıştır. Sözleşmenin iptal edilmesinin arkasında yıkılan yuvaların, değersizleştirilen erkeklerin, nesneleştirilen kadınların, sapkın lobilerin tuzağına düşürülen gençlerin ve parçalanan ailelerin ah’ları vardır.

Sözleşmenin iptal edilmesi, küresel kuşatmaya karşı aileyi ve değerleri korumaya ve yüceltmeye çalışanların sözlü ve filli dualarının sonucudur. Sözleşmenin iptal edilmesi güçlülere, manipülasyonlara, iftiralara, ithamlara ve yanlış anlamalara karşı sabretmenin önemini göstermiştir. Hakkın ve doğrunun yanında durmanın ne kadar değerli olduğunu göstermiştir. Analitik ve akademik çalışmaların bir şekilde karşılık bulduğunu ortaya koymuştur.

Hükümetin sözleşmeyi iptal etmesi, sözleşmeyi tüm varlığıyla destekleyen küresel sömürü odaklarına ve onlardan beslenen azgın azınlığa karşı atılmış cesur bir adımdır. Bu adımı küçümsemek, hafife almak, önemsizleştirmek doğru bir yaklaşım değildir. Meseleyi salt siyasi çıkarlar açısından ele almak, durumu geniş bir perspektifle değerlendirmeye engel olmaktadır. Geçmişte yapılan yanlışları gündeme taşımak, niyet okumaları yapmak, suçlamak, enerjiyi içeride tüketecek yaklaşımlarda bulunmak ta hikmetli bir tavır değildir. Doğruya doğru atılan adımları desteklemek gerekir. Yetkililerin doğruluk yönünde daha fazla adım atabileceği bir dil ve üslup kullanmak önemlidir. Doğruların yanında, yanlışların karşısında olmak her zaman geçerli bir ilkedir.

İptalin hemen ardından sözleşme taraftarı lobiler, öfkeli söylemlerini arttırmıştır. Sözleşmeyi savunan cinsiyetçi-sapkın lobilerin, küresel şirketlerin ve kurumların tepkiselliği artarak devam edecektir. Bu kesimlerin içerik ve yöntem açısından gösterdikleri tavır dikkat çekicidir. Sözleşme taraftarlarının tahammülsüz, önyargılı, ötekileştirici, aşağılayıcı ve tehdit edici eylemleri sahip oldukları düşünce ve karakter dünyasını anlamak açısından önem arz etmektedir. İstanbul Sözleşmesini ortaya çıkaran ekonomik ve siyasi güçlerin; insanlık, kadın, çocuk gibi dertleri olduğu gerçek dışıdır.

Gerçek olsaydı; 12-15 yaşındaki kızları ülkelerinden koparıp aç iştahlara sunan moda sektörünü ortaya çıkarırlar mıydı?

Gerçek olsaydı; çalıştırdıkları yüz milyonlarca kadının açlık ve yoksulluk koşullarına mahkum olmasına izin verirler miydi?

Gerçek olsaydı; Dünyayı nükleer ve kimyasal atık cehennemi haline getirirler miydi?

Gerçek olsaydı; Afrika’nın ve Asya’nın tüm kaynaklarını sömürerek milyonlarca çocuğun açlıktan ölmesine göz yumarlar mıydı?

Gerçekten şiddeti önlemek isteselerdi; şiddeti tetikleyen dijital oyunları, filmleri, müzikleri, alkolü, rekabet ve haz kültürünü gençliğe sunarlar mıydı?

Sözleşmeyi destekleyenlerin içerisinde bu kirli lobilerle içli dışlı olmayan, iyi niyetli olarak kadınları korumaya çalışan ciddi bir kitle olduğunu da unutmamak gerekir. Bu insanların kaygılarını anlamak, onlara karşı tepkisel ve itham edici olmamak gerekir. Kadınları korumanın asıl yolunun, sahip olduğumuz değerler sistemi olduğunu göstermek gerekir. Aileyi, inancı, ahlakı tehlike ve tehdit olarak gören anlayışların; Batı toplumunda ve ülkemizde şiddeti azaltmadığını delilleriyle ispatlamak gerekir. Kadınların bu lobiler tarafından nasıl araçsallaştırıldığı izah edilmelidir. Farklı cinsel yönelimlere sahip olan bazı bireylerin zorbalıkla uyuşturucu, eğlence, moda, fuhuş ve kumar sektöründe kullanıldığı gösterilmelidir.

Sözleşmenin dayandığı toplumsal cinsiyet teorisinin bilimsel ve doğru olmadığını, eko-politik bir ideoloji olduğunu güzel bir üslupla anlatmak gerekir. Kadınları, kızları ve tüm insanlığı kültürel, ekonomik ve siyasal olarak sömüren güçlerin İstanbul Sözleşmesine destek vermesinin; onların çıkarları ve üstü örtülü amaçları ile ilişkili olduğunu açıklamak gerekir. Sözleşmenin dayandığı mantık, on yıllardır Batı toplumunda, son 10 yıldır da ülkemizde uygulanmıştır. Ve şiddet sorununu çözememiştir.

Şüphesiz tek sorunumuz menfur sözleşme değildir. Sözleşmenin iptal edilmesi ailevi ya da diğer sorunlarımızın bittiği anlamına da gelmemektedir. Sözleşmeyi eleştiren taraflar da zaten böyle bir iddiada bulunmamaktadır.

Sözleşmenin iptal edilmesi ile Türkiye'nin önüne beyaz bir sayfa, büyük bir imkân açılmıştır. Sözleşmenin iptali başta iktidar partisi ve taraftarları olmak üzere, tüm paydaşlara hem evrensel değerlere hem de mili-manevi değerlerimize uygun yeni yasalar çıkarmak için bir fırsat sunmaktadır. Türkiye bu fırsatı değerlendirecek insana, potansiyele ve enerjiye sahiptir. Ailemizi, kadınları ve çocukları korumak için ideolojik, yanlış, eksik ve sapkın anlayışlara ihtiyacımız yoktur.

Bireysel ve toplumsal olarak derin ve trajik sorunlara maruz kalmaktayız. Bu sorunların asli sebebini bir sözleşmeye bağlamak yanlıştır. Benzer şekilde, karşı karşıya kaldığımız sorunların ve ailevi problemlerin tüm sorumluluğunu bir iktidara ya da bir sosyal gruba yüklemek te doğru değildir. 300 yıllık sekülerleşme süreci, tsunami etkisi yaratan neoliberal rüzgar ve “dahili sorunlarımız” göz ardı edilerek sorunları açıklayabilmek mümkün değildir.

Nasreddin et-Tusi çocuğuna; “Oğul! Bilgi değil bilinç güçtür!” der. Önümüzde daha büyük ve daha bütüncül tehlikeler vardır. Asıl mesele doğru bir bakışa sahip olma meselesidir. Meselenin harici ve dahili olmak üzere iki boyutu vardır.

Harici boyut, Küresel medeniyettir. Özellikle son yüz yıldır tüm dünyada uygulanan seküler, materyalist, kapitalist ve neoliberal medeniyet bugünkü sorunların asıl sebebidir. O halde bu medeniyetin temel kabulleriyle hayata, aileye ve kadına bakmaktan vaz geçilmelidir. Erdemi, adaleti ve gerçek barışı önceleyen bir dünya görüşüyle yeni bir Türkiye, yeni bir Dünya kurulmalıdır.

Dahili boyut, içsel sorunlarımızdır. Düşünceyi tarihte donduran, geleneği yanlışlarıyla birlikte kutsayan, bizi bugünkü duruma getiren inanç ve düşünce dünyasıyla yüzleşilmelidir. Saltanatın gölgesinde yeşermiş din anlayışından da mitolojik ütopyalara dayalı din anlayışından da kurtulmak gerekir. Farklılığını üstünlük gören, kendine benzetemediği her düşünce ile çatışan yozlaşmış fikir dünyasını terk etmek gerekir.

Hayatın değişmezlerini ıskalamayacak kadar köklerine bağlı ama değişenlerini dikkate alacak kadar da göklere açık bir ufka ihtiyacımız vardır.

Tüm dünyada aile yapısı gittikçe zayıflamaktadır. Artan davranış bozukluklarının ve suç artışının temel nedeni, aile yapısındaki dejenerasyondur. Psikolojik problemlerin, umutsuzluğun ve karamsarlığın artmasının nedeni; çocukları ve gençleri günümüzün akışkan zeminine karşı koruyacak değerlerin aşınmasıdır.

Aile, modern çağın zorlu koşullarına karşı çocuklarımızı koruyan son kaledir. Aile; umudun yeşerdiği, güvenin yaşandığı, huzurun kök saldığı mekândır. Ailenin korunması, kadınların korunması demektir. Ailenin güçlenmesi kız çocuklarının güçlenmesi demektir. Huzurlu bir aile, erdemli nesiller demektir.  Erdemli nesiller, daha adil ve daha güzel bir dünya demektir.

Evet sözleşmenin iptal edilmesine;

Elhamdülillah.

Ama bu hamd son söz değildir. Çünkü yapacak daha çok iş var. Bunun için söylememiz gereken ilk söz şudur:

Bismillah…

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Yasin Kuruçay - Mesaj Gönder

#

göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak İslami Analiz Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan İslami Analiz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler İslami Analiz editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı İslami Analiz değil haberi geçen ajanstır.