Mücahit Gültekin, “Büyük Kudüs Mitingi’ne Boykot Çağrılarının Mantığı”nı yazdı

İslami Analiz yazarlarından Yrd. Doç. Dr. Mücahit Gültekin, ABD’nin Ortadoğu’da öne sürdüğü ‘komünizm’ tehdidi ile bölge ülkelerinin Amerika'nın siyasal, sosyal ve kültürel hedefleri doğrultusunda bilerek ya da bilmeyerek nasıl ‘Kültürel NATO’nun hedeflerine paralel olarak çalıştığını hatırlattığı y

İslamî Analiz/Köşe Yazıları

İslami Analiz yazarlarından Yrd. Doç. Dr. Mücahit Gültekin, ABD’nin Ortadoğu’da öne sürdüğü ‘komünizm’ tehdidi ile bölge ülkelerinin Amerika'nın siyasal, sosyal ve kültürel hedefleri doğrultusunda bilerek ya da bilmeyerek nasıl ‘Kültürel NATO’nun hedeflerine paralel olarak çalıştığını hatırlattığı yazısında, Yenikapı’da gerçekleştirilen Büyük Kudüs Mitingi için yapılan boykot çağrılarının arka planındaki mantığı irdeledi.

Yazıdan bir kesit şöyle:

Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu'ya 1957 yılında "Eisenhower Doktrini"yle girmişti. Bu doktrin, Komünist Rusya'nın tehdidi altında olan ülkelerin talep etmesi halinde, askeri yardım yapmayı öngörüyordu. Bağdat Paktı üyeleri olan Türkiye, İran ve Pakistan Eisenhower'ı bir bildiriyle kutladılar:

"ABD'nin bu cesur ve yerinde kararı, Yalnız Lübnan'ın bağımsızlığını ve meşru hükümetini korumakla kalmayacak, aynı zamanda İran, Pakistan ve Türkiye'nin kararlı tutumlarını da güçlendirerek, hür dünyanın Amerikan liderliğine güvenini pekiştirecektir."

Nitekim ilk müdahale 15 Temmuz 1958 tarihinde Lübnan'a yapıldı. Amerikan askerlerinin Ortadoğu'ya girişini simgeleyen bu ilk müdahaleyi Lübnan Başkan'ı talep etmiş, Amerikan askerlerinin Lübnan'a transferinde Türk Hükümeti'nden izin bile alınmadan İncirlik Üssü kullanılmıştı.

Asıl dikkat çekmek istediğim ise Amerikan Başkanı'nın kendi adıyla anılan doktrine Kongre'yi ikna etmek için gönderdiği mesajdır. Ortadoğu'nun maddi önemi yanında manevi ehemmiyetine de dikkat çeken Başkan, üç büyük kutsal dinin bu topraklarda doğduğunu belirtmiş ve komünizmi işaret ederek şöyle demişti: "Bu kutsal yerlerin, Tanrı'yı reddeden materyalist düşüncenin egemenliğine terk edilmesi tahammül edilemez bir şey.".

*

Amerika böyle bir ülkeydi. Kendi küresel düşmanına karşı üç büyük dini ve "72 milleti" tek bir cephede buluşturabiliyordu. Nitekim, önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, 1964 yılında Kıbrıs yüzünden Yunanistan ve Türkiye'nin arası bozulup eller silaha uzanınca Başkan Johnson araya girmiş ve NATO üyesi iki kardeş ülkenin çatışmasına izin vermemişti. Johnson, mektubunda Fransa-Almanya örneğini vermiş ve NATO'ya girdikten sonra bu iki ülkenin 100 yıllık düşmanlıklarını tarihe gömdüklerini söylemişti. Onlara asıl düşmanın "komünizm" olduğunu hatırlatmış ve bunun dışında müttefik ülkeler arasında çıkabilecek sorunların kardeşçe çözülmesi gerektiğini söylemişti.

*

Türkiye'de o yıllarda haktan, hukuktan, sosyal adaletten, milli menfaatlerden, dini duyarlılıklardan yola çıkarak ülkenin dış politikasını eleştirmek mümkün değildi. Yapılan her eleştiri "dini maske olarak kullanmak suretiyle...", "milli duyguları istismar ederek..." "komünizm propagandası yapmak" olarak damgalanıyordu. Asıl amacın başka olduğu söyleniyor, söylenen her haklı argüman "maske" olarak değerlendiriliyordu. Bu şüphesiz, Amerikan Psikolojik Savaş ve Propaganda Merkezi tarafından yönetilen psikolojik harbin güçlü bir yöntemi olarak kurgulanmıştı: Amerikan menfaatlerine zarar verecek her "makul argüman" komünist niyetlerle ilişkilendirilip, mahkûm edilecekti.

Bu "komünist kılıcı" iç politikada partiler arası hesaplaşmada da kullanılıyordu.

Örneğin Celal Bayar'a Toprak Mahsulleri Vergisi'nden "Bütün mahsulümüzü Toprak Mahsulleri Ofisi'ne verdiğimiz halde hala onlara %70 mahsul borçluyuz. Borcumuzu ödemek için öküzlerimizi sattık... Toprağı öküzsüz nasıl işleriz?" diye şikâyet eden köylülere bir kaymakam "Hakikaten komünist tahrikleri bu köyü sarmış!" diye tepki gösteriyordu. Hatta Yozgat Valisi hayat pahalılığı üzerinden CHP'yi eleştiren Demokrat Parti'yi "komünistlik" yapmakla suçlayabiliyordu. Menderes bile bundan kurtulamamış "Moskova'yla parola birliği yapmakla" suçlanmıştı. Millet Partisi'nin Fahri Başkanı Fevzi Çakmak da "komünistlik" yapmakla suçlananlar arasındaydı. Bir defasında "Hak ve hürriyetten" bahsettiği için "komünist" damgası yediğini söylemişti.

İnsanlar "komünist" damgası yememek için "sosyal", "toplum", "sınıf" gibi kavramları kullanmaktan çekinir olmuşlardı. Antikomünizm bazen trajikomik sonuçlara yol açıyordu. Örneğin, 1960 Darbesi'nden sonra oluşturulan Sansür Kurulu bir filmde yer alan repliği tehlikeli buluyor; "Oya'nın babasının Suat hakkında söylediği 'İkiniz de ayrı alemlerin insanısınız' cümlesi bir sınıf farkını ima ettiğinden çıkarılması"na karar veriyordu.

Saunders'in deyimiyle bildiğimiz NATO'nun yanında bir de Kültürel NATO kurulmuştu. Görevi ise açıktı: Halka etki eden/edebilecek olan kültür, sanat, bilim, edebiyat vs. adamlarını Amerika'nın hedefleri doğrultusunda araçsallaştırmak. Saunders Parayı Verdi Düdüğü Çaldı/ Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı kitabında kültürel alanda yürütülen bu psikolojik savaşa fazlasıyla örnek vermektedir. Tanınmış pek çok kişi bilerek ya da bilmeden Kültürel NATO'nun hedefleri doğrultusunda çalışmıştı.

***

Saadet Partisi'nin organize ettiği ve STK'ların da destek verdiği mitinge ilişkin internette boykot çağrıları yapıldı. Bu çağrılar, Saadet Partisi'nin Anayasa Referandumu'ndaki tutumunu hatırlatıyor ve onu güvenilmez çevrelerin operasyonel aracıymış gibi sunuyordu. Kimileri de mitingi İran'la ilişkilendirerek "Bu mitinge giderseniz İran'ın ekmeğine yağ sürmüş olursunuz" gibi bir gerekçeyle mezhebi duyarlılıkları harekete geçirmeye çalışıyordu. Bir de mitingi "görmezden gelerek" bu boykot çağrılarına pasif destek verenler vardı. Etkisi ne kadar oldu bilemiyorum. Neticede bu tür boykot çağrılarına rağmen, Yenikapı'dan güçlü bir sesin yükseldiğini gördük. Bu bakımdan Saadet Partisi ve mitinge destek veren STK'lar tarihi bir görevi yerine getirdiler.

Ancak bu boykot çağrısının arkasında yatan mantık kesinlikle çok önemli. Hepimizin (bu çağrıları yapanlar, kulak verenler, sessiz kalanlar ya da bu çağrıları kabul etmeyenler, fark etmez) bir muhasebe yapmasında fayda var. Çünkü bu mantık, başka meselelerde de karşımıza çıkıyor

Yazının tamamını okumak için tıklayınız.

04 Ağu 2017 - 00:00 - Türkiye


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak İslami Analiz Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan İslami Analiz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler İslami Analiz editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı İslami Analiz değil haberi geçen ajanstır.