Karamollaoğlu: Siz, her tenkidi size yapılan acımasız bir saldırı gibi görürseniz yanlışlarınızın farkına varamazsınız

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamolloğlu, dün, haftalık yapılan olağan basın açıklamasında konuştu. Konuşmasında gündemdeki tartışmalara da değinen Karamollaoğlu, hükümete eğitimden politikaya, tarımdan hayvancılığa kadar birçok önemli noktada uyarılarda bulundu.

İslami Analiz/Haber Merkezi

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamolloğlu, dün, haftalık yapılan olağan basın açıklamasında konuştu. Konuşmasında gündemdeki tartışmalara da değinen Karamollaoğlu, hükümete eğitimden politikaya, tarımdan hayvancılığa kadar birçok önemli noktada uyarılarda bulundu.

Karamollaoğlu konuşmasında, “Biz bunları kuru bir muhalefet olsun diye söylemiyoruz. Sadece hükümeti uyarıyor, ikaz ediyor, vatandaşlarımızı da bilgilendirmek istiyoruz. Eğri cetvel ile doğru çizgi çizilmez. Bu, çok basit bir kaide. Bunun farkına varmazsanız her zaman yanlış yapar, o yanlıştan da geri dönmezsiniz. Halbuki yanlışı kabul etmek erdemdir” dedi.

Cumhurbaşkanın “metal yorgunluğu” ifadesine de değinen Karamollaoğlu şunları dile getirdi: “Mesele kadro değişmek değil. Aynı yanlış politikayı yeni gelende uygulayacaksa bir şey değişmez. Kadro elbette önemli ama asıl önemli olan politikalardaki değişikliktir. Ancak bunu yapabilmek içinde önce tenkitlere kulak vermek gerekir. Siz her tenkidi size yapılan acımasız bir saldırı gibi görürseniz yanlışlarınızın farkına varamaz, dolayısıyla da onları düzeltemezsiniz. Halbuki iş oradan başlar”

Konuşmadan satır başları şu şekilde;

“Sınav sınav sınav, öğrenci de aile de yoruluyor. Neticede elimize ne geçiyor belli de değil”

Geçtiğimiz günlerde teog ve üniversite sınav sonuçları açıklandı. Başarı gösteren yavrularımızı tebrik ediyorum.  Lakin şunu da söylemek istiyorum ki Türkiye’nin sınav ve eğitim sisteminin ciddi manada elden geçirilmesine ihtiyaç var. Sınav sınav sınav, öğrenci de aile de yoruluyor. Neticede elimize ne geçiyor belli de değil. Tüm bu yoğunluğa rağmen gençlerimiz üniversiteden sonra hayata atılırken maalesef ümitle atılamıyor. Şunu unutmamalıyız, gençliğimize sahip olmalıyız ki geleceğimize sahip olabilelim.

“Polemikler sebebiyle siyaset bir türlü hakiki gündemine oturamıyor”

Polemikler sebebiyle siyaset bir türlü hakiki gündemine oturamıyor. Zihinlerde bir türlü giderilemeyen bir kargaşa var. Dost düşman ayrımını yapamıyoruz. Aslında düşman kelimesini kullanmak istemesem de geleceğimizi silahla tehdit edenlere maalesef dost da diyemiyorum. Şu anda Türkiye kuşatma altına alınıyor ve buna da maalesef dost olarak kabul ettiğimiz ülkeler destek veriyor. Bildiğiniz gibi ABD, PYD’ye silah desteğinde bulundu. Bunların içinde Türkiye’nin sahip olmadığı silahlar da var. Bunu dostça kabul etmek mümkün değil. Buna rağmen hükümet buna karşı ciddi tedbir de almıyor. Asıl gündemimizin bu olması lazım. Biz şu anda kısıtlı bir alanda yarın Suriye’de kısıtlı bir bölgeye nasıl müdahale ederiz onu konuşuyoruz. Orada ABD bayraklı biri karşımıza çıkarsa ne yapacağız onu bile düşünmüyoruz.

“Anketlere göre halkın adalete güveni %15’lerde seyrediyor”

Guantanamo bir tutuk evi değil, bir işkence merkezidir. Orada ABD hukuku geçmez. ABD insanları haklarında iddia ve delil olmadan tutukluyor  ve içerideki bir mahkemeye götürmüyor; çünkü delilsiz tutukluyorlar. Bu yüzden de buraya götürüyorlar. Orada 15 yıldır tutuklu olan ama bir sefer dahi hakimin önüne çıkarılmayan adamlar var. Siz kalkar da Türkiye’yi orayla kıyaslarsanız bizim elimiz zayıflar. Tutukluları tek tip kıyafete sokmak ayrı bir konu, Guantanamo örneği ayrı bir konudur. Ayrıca tutuk eviyle hapishanede başka şeylerdir. Bunları da aklımızdan çıkarmamamız lazım. Ben bu gelişmelerden dolayı üzülüyorum. Çünkü Türkiye’de adalete güven dibe vurmuş seviyede. Anketlere göre halkın adalete güveni %15’lerde seyrediyor. Böyle bir durumdayken biz, bir taraftaki insanlar şahsiyetsizlik göstermişse bile yine de hukuk içerisinde tedbir almalıyız. Kesinlikle Guantanamo ile arada bir irtibat kurmamalıyız. Burada bir benzetme yapıldı ama yanlış bir benzetme yapıldı.

“İşsizlik ve borçlar bundan sonra da artmaya devam edecek”

Türkiyemizin asıl gündeminin bize göre daha farklı konular olması icap ediyor. Çöken bir ekonomimiz var. Sürdürülemeyen bir borç politikamız ve dindirilemeyen bir işsizlik oranımız var. Türkiye’de bir iç göç var. Aslında hükümet bir takım yatırımları teşvik edebilmek için çok ciddi adımlar atıyor amma buna rağmen hale Türkiye’de ciddi bir yatırım hamlesi gözükmüyor. İşsizlik ve borçlar bundan sonra da artmaya devam edecek. Maalesef ki Türkiye dışarıda da kredisini kaybetmiş gözüküyor. Düne kadar IMF'ye borcumuz kalmadı diye övünürken bugün Türkiye IMF’den ipoteksiz bir şekilde borç alamayacak duruma geldi. Tabi IMF gelse Türkiye’yi esir almak isteyecektir, IMF gelsin demiyoruz. Gelinen noktayı göstermek istiyoruz.

“Bankalar kalkınmanın değil sömürülmenin motorudur”

Dün en çok vergi verenler listesi yayımlandı. İlk 10 sıranın 8 sırası bankalara ait. Listenin 1.si de nedense yayımlanmamış. Kim bunlar? Kumarhaneler mi, spor toto mu loto mu? Akla çok şey geliyor. Merak ediyoruz. Bankaların zenginliğinin bu denli olması Türkiye’de ekonominin doğru yönetilmediğini gösteriyor. Bankaların bu kadar büyük faiz gelirlerinin olması esas itibariyle çeşitli vesileler ile şahıslardan aldıkları faizler sebebiyledir. Bankalar kalkınmanın değil sömürülmenin motoru haline geldiler. Bu doğru değil.

“Konuyu içeriğine dahi girmemişken alay konusu yapıyoruz”

Bildiğiniz gibi Türkiye’de bir takım yarışmalar yapılıyor ve ödüller veriliyor. Son zamanlarda da hoşaf meselesi gündeme geldi. Herkes hoşaftan bahsediyor. Bu konuyla alay da ediyor. Bir hanım kızımız organik maddelerin daha iyi kullanılması için katkı maddelerinin olmadığı bir çalışma yapmış, bunu da hoşaf üzerinde denemiş. Biz ise böyle bir konuyu içeriğine dahi girmemişken alay konusu yapıyoruz. Burada yapılan bir gayreti, çabayı, bunun neticesindeki başarıyı bazı çevreler “TRT’ye vurursak hükümete de vururuz” düşüncesiyle alaya alıyorlar. Biz bunu da doğru bulmuyoruz.

“15 yıldır iktidarda bulunan bir partinin, bundan sonra çıkıp tedbir alacağım demesinin hiçbir manası yoktur”

Hayvancılık, gıda bizim en temel meselelerimizden bir tanesi. İlkokulda yerli malı haftası yapılırdı. Şimdi o unutuldu. Biz Türkiyemizde üretilenleri yemekle iftihar ederdik. Bunlar teşvik edilirdi. Dışarıdan getirilen bir gıda maddesi varsa ona tamah edilmezdi. Türkiye’nin gıda politikasını ilk dejenere eden ABD’nin İkinci Dünya Savaşı yıllarında gönderdiği gıda yardım olmuştur. Yemememiz icap eden ne kadar gıda varsa paketlenmiş, poşetlenmiş şekilde Türkiye ve İslam ülkelerine gönderdiler. Helal mi haram mı diye de kimse bakmadan kullandı. Şimdi zaten iş iyice çığrından çıktı. Gıda en önemli ekonomik konudur. 1 numaralı meselemizdir. Sanayi teknolojiye de çok önem veriyoruz ancak gıda her zaman 1. önceliğimizdir.

Son zamanlarda biz dışarıdan çok ciddi miktarlarda tarımsal ve hayvan ürünleri ithal etmeye başladık. Geçenlerde bir kararname çıktı. 500.000 büyükbaş hayvan ithal ediyoruz. Bu bir tarafa 475.000 keçi ve koyun olmak üzere küçü baş hayvan da ithal ediyoruz. 300.000 ton et, 100.000 ton civarında küçükbaş hayvan eti ithal ediyoruz. Nereye gidiyoruz Allah aşkına. Bu bizim tarım ve hayvancılık politikamızın çöktüğünün işaretidir. Yıllardır bu ithalat devam ediyor. 15 yıl iktidarda bulunan bir partinin bundan sonra çıkıp tedbir alacağım demesinin de hiçbir manası yoktur. Peki niye biz kendi tarım çiftçimize besicimize aynı desteği vermiyoruz? Üstelik bu ithal malların hepsi 0 gümrük ile geliyor. 0 gümrük demek ithal malların Türkiye’deki ürünlerle rekabet edecek güçte olması demektir. Çiftçimizi ezmek demektir. Hükümet bunları enflasyonu ve et fiyatlarını düşürmek için yapıyormuş. Allah aşkına ithalat yerine besiciliği geliştirmenin yolunu bulsanız ya. Avrupa Birliği’ne üye olacağız diye bir takım konular dikta edilmiş. Biz AB'den dolayı çiftçiye gerekli olan teşviği veremiyoruz. Hem Allah aşkına tarlaya teşvik verilir mi? Afedersiniz herhalde bu ahmaklığın zirvesi olur. Teşvik ürüne verilir. Ürünün daha fazla ve ucuza mal edilmesi, kaliteli olması için verilir. Siz tarlaya teşvik verince İstanbul’da olan çiftçi diyor ki ben ekip biçmeyeceğim. Çünkü ekip-biçersem kâr elde edeceğim belirsiz. Onun için aldığım bu para benim kârımdır. Bu kadar ağır bir laf kullanmak istemem ama hakikaten akla ziyan bir yaklaşım.

“Siz, her tenkidi size yapılan acımasız bir saldırı gibi görürseniz yanlışlarınızın farkına varamazsınız”

İşte bunlar hükümetin metal yorgunluğunun işaretleridir. Mesele kadro değişmek değil. Aynı yanlış politikayı yeni gelende uygulayacaksa bir şey değişmez. Kadro elbette önemli ama aslolan politikalardaki değişikliktir. Ancak bunu yapabilmek için de önce tenkidlere kulak vermek gerekir. Siz her tenkidi size yapılan acımasız bir saldırı gibi görürseniz yanlışlarınızın farkına varamaz dolayısıyla düzeltemezsiniz. İş oradan başlar.

Hayvancılık ve tarım ürünlerinde yapılan bu yanlışlar memleketimizde ciddi tahribatlara yol açtı. Enflasyonu kısa vadede kontrol etseniz de uzun vadede önüne geçilemez sonuçlarla karşı karşıya kalırsınız.

Biz iç göçü çok önemsedik.  Bununla ilgili kitapçık hazırlayıp hükümete de verdik. İç göçü tehlike olarak gören bir tek açıklama yapmadı hükümet kanadı. Anlaşılan tehlike olarak görmüyorlar. İstanbul’un nüfusunun 16 milyona çıkmasıyla övünüyorlar. Anadolu’dan 2.5 milyon insan göç etti. Burada bir çarpıklık var. Bizden uyarması…

“Şehir hastanelerini siz ekonomik bir gelir olarak ele alırsanız doğrudan doğruya çuvallarsınız”

Başka bir konu daha var. Şehir hastaneleri diye bir konu. 30 civarında il seçilmiş. Bunlardan bir kısmında yatırımlar tamamlanmış; bir kısmı planlama, bir kısmı da karar aşamasında. Ama biz işin çıkmaza gittiğini görüyoruz. Nedir bu şehir hastahaneleri?

Öncelikle şehir hastanelerini siz köprüler, yollar gibi ekonomik bir gelir, rant olarak ele alırsanız doğrudan doğruya çuvallarsınız. Sağlığın üzerinde, kazanç noktasında bir politika uygulanamaz. Sağlık para konusu yapılamaz. Elbette paraya ihtiyaç var ama yanlış yatırımlar bunlar.

Yatırımların doğru dürüst kullanılamaması en büyük problemimiz. Avrupa’nın tümünde kullanılan emar cihazlarının iki misli Türkiye’ye gelmiş; fakat bakanlıktan en ufacık bir endişe sinyali gelmiyor. Bu nasıl bir iş? Şimdi yeni şehir hastaneleri kurulduğu zaman eskilerindeki hiçbir alet kullanılamaz. Şehirlerin içinde halkın kolay ulaştığı hastaneler, şehir dışına çıkartılıyor. Güya ihtiyaçlar daha kısa sürede halledilecek. Göreceksiniz tam tersi olacak. Mesela Ankara’da yapımı devam eden bölge içinden çıkılmaz hale gelecek. Bu konuda ben öyle zannediyorum ki Türkiye’de ilk raporu biz hazırladık. Sosyal işler başkanlığımız şehir hastaneleri konusunda bir rapor hazırladı ve bu rapor herkese dağıtılacak. Şehir hastaneleri ne kimse bilmiyor ki biz bile tam olarak farkında değiliz.

“Hükümete tavsiyemiz şu; işe başlamayan bütün şehir hastanelerinin ihalelerini durdurun”

Hükümet işin kolayına kaçtı. Ticari mantıkla yaklaştığı için... “Ben burayı 5 kuruş harcamadan ihale edeyim” diye düşündü. Elbette işi alan adam da ticari manada bir riske giriyor, bu yüzden de taksitler yakalanamazsa eksik parayı da devlet ödemeyi vaad ediyor. Şimdiye kadar para ödemedik ama sonra ne olacak? Geleceğimiz ipotek altına alınmış durumda. Şu anda 18 hastanenin sözleşmesi imzalanmış. 3 adedi ihale sürecinde, 2 adedi karar aşamasında, 8 tanesi de yüksek planlama kurulunun onayını bekliyor. Hükümete tavsiyemiz şu; işe başlamayan bütün şehir hastanelerinin ihalelerini durdurun. Mevcutlardan alacağınız neticeye göre bilahare karar verirsiniz ama şimdi durdurun. Bunun durdurulması en önemli adımdır diye düşünüyorum. Çünkü durdurulmazsa yanlışlıklar devam ve tekrar edecek. Bunun ülkeye de iktidara da zararı olacak. Hastahaneler ihale edilirken kârlılık oranı esas alınmış ve hastahanelerde %70 oranında doluluk garanti edilmiş. Hastalık adeta garanti ediliyor, teşvik ediliyor. Bu nasıl iş? Senin, hastaların hastalanmaması için tedbir alman icap eder. Hastalık artsın hastahaneler dolsun mantığı yanlış. Maalesef bu hastanelerin akıbeti mechul.

“Dolmabahçe dışarıdan muhteşem görünür ama kimse de unutmasın ki biz oraya girdikten sonra yıkıldık”

Bu arkadaşlarımızda tasarruf ve israf diye bir nosyon yok maalesef. Biz Türkiyemizin ihtişamını gösterebilmek için her yola başvururuz diyorlar. Bu bizi zora sokar, itibarımızı da yükseltmez. Üstelik ihtişama ihtiyaç da yok ki. İhtişam sizin aldığınız kararların doğruluğu, etkisi, isabetli olması, dışarda saygı duyulması, vatandaşa faydalı olmasıyla ölçülür. İhtişam bizi her zaman yıkmıştır.  Biz İstanbul’da Osmanlı döneminde modern saraylara geçtiğimizde yıkıldık. Dolmabahçe dışarıdan muhteşem görünür ama kimse de unutmasın ki biz oraya girdikten sonra yıkıldık.

“Bu haksızlık ve zulüm”

Maalesef hastahanelerdeki mantık köprülerde de var. Osmangazi köprüsü günde 40.000 aracın geçmesi garantörlüğünde yapıldı. Bu aylık 1.200.000 araç eder. Geçişlere baktığımızda aralık 2016 oranı 271.000, Ocak 2017 380.214 araç. İşte bu araç sayısının azlığından dolayı Türkiye’de taksit olarak, devlet olarak 225.000.000 devlet hazinesinden para ödemiş. Yapılırken cebimizden para çıkmadı ama şimdi geleceğimiz ipotek altına alındı. Biz bu parayı sürekli olarak ödeyeceğiz. Hükümet şimdi başka buradan geçişi nasıl teşvik edeceğim derdine düştü ama yine de yetilemiyor. Maalsef köprünün parası da o köprüyü hiç kullanmayanlardan karşılanmış oluyor. Bu, haksızlık ve zulüm.

“Halbuki yanlışı kabul etmek erdemdir”

Hastayı müşteri hastahaneyi ticarethane gören bir anlayış bizi doğru bir noktaya götüremez. Hastahaneler rant değil sağlık merkezleridir. Devletin asıl görevi de hasta sayısını azaltmak olmadır. Nasıl ki Avrupa’nın en büyük adalet sarayını yapmak adaletin Türkiye’de kamil manada sağlandığı manası gelmediği gibi. Biz çok büyük adalet sarayları yapıyoruz, adına da saray diyoruz. Ama maalesef o saraylar adalet tesis etmekten uzak mekanlar. Anadolu’nun her yerinde de maalesef sayı arttı. Ancak bu artış bizim adalete olan güvenimizi pekiştirmedi.

Biz bunları kuru bir muhalefet olsun diye söylemiyoruz. Sadece hükümeti uyarıyor, ikaz ediyor, vatandaşlarımızı da bilgilendirmek istiyoruz. Eğri cetvel ile doğru çizgi çizilmez. Bu çok basit bir kaide. Bunun farkına varmazsanız her zaman yanlış yapar, o yanlıştan da geri dönmezsiniz. Halbuki yanlışı kabul etmek erdemdir.

İnşaallah böyle üzücü hususları dile getirmek yerine daha güzel konulara temas edecek günlerin gelmesni de hasretle beklediğimi ifade ediyorum

10 Ağu 2017 - 00:00 - Türkiye


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak İslami Analiz Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan İslami Analiz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler İslami Analiz editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı İslami Analiz değil haberi geçen ajanstır.